Ana içeriğe atla

İLMİN ÖNEMİ ve ÂLİMLERİN DEĞERİ


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
       
İLMİN ÖNEMİ ve ÂLİMLERİN DEĞERİ

İslâm kadar ilme önem veren başka bir din yoktur. Kur'an-ı Kerim'de sadece ilim kelimesi yüz beş defa zikrederek okumaya ve bilgiye büyük önem vermiştir. Onun içindir ki; Hz. Peygamber (s.a.v)'e inen ilk vahiyde okumaktan, kalemden, eğitim ve öğretimden bahsedilir:

"Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! İnsana kalemle yazı yazmayı öğretip ona bilmediklerini öğreten Rabbin sonsuz lütûf sahibidir."[1]     
             
Okumanın ve okunacak şeylerin bir sonu olmadığı için, Allahu Teâlâ Rasûlüne ayrıca: “Rabbim ilmimi artır!”[2]  diye dua etmesini emretmiştir.

Efendimiz de (s.a.v) bu emre: “Allahım! Bana öğrettiğin şeyle beni faydalandır. Bana faydalı olanı öğret. İlmimi artır. Her halde Allah’a hamdolsun. Cehennem ehlinin halinden Allah’a sığınırım.”[3] diye niyazda bulunarak karşılık vermiştir.

Kur’an hâfızlarından ve vahiy kâtiblerinden Abdullah b. Mes’ud ise (r.a) bu ayeti okudukça: “Allahım! Benim ilmimi, imanımı ve yakînimi artır.” diye dua ederdi.[4]

Bir Peygamber ilimsiz ve ilâhi desteksiz yol alamazsa, onun bağlıları cehalet ve nefsiyle nereye varacaktır.

Bütün âlem ve insanlık ilim için yaratılmıştır. Bu ilim, mârifetullah ilmidir. Yani âlemlerin sahibi Yüce Yaratıcıyı tanıma ve sevme ilmi. Bütün çeşit ve detayı ile ilimlerin özü ve hedefi budur. İlim esası itibariyle nurdur.

İlim Allah yolunda en güzel kılavuzdur. İlim Allah’ın bir sıfatıdır, onu insana emanet etmiştir. Allahu Teâlâ ilimle bilinir, ilimle sevilir, ilimle övülür. İnsan ilimle dirilir, kalb ilimle ihya olur, insan hakikatini ilimle bulur. Eşyanın hakikati ilimle keşfolunur. İlimsiz ve irfansız Cennet’e girilmez. Allahu Teâlâ Kuran’da cehaleti ölüm, ilmi hayat olarak tanıtıyor. O halde bu ölüler sınıfına girmemek gerekir.

Allahu Teâlâ bir kula hayır ulaştırmak isterse onu önce bir ilim halkasına ve edeb meclisine ulaştırır. Mârifetullah ve edeb olmadan kimse Allah’ın rıza ve sevgisine ulaşamaz. İlimsiz ne mürşidlik, ne de müridlik yapılabilir.

Hz. Peygamber (s.a.v) birisiyle konuşurken, Allah kendisine vahy ederek, o adamın ancak bir saatlik ömrü kaldığını bildirdi. Bu olay, ikindi vakti meydana geldi.

Bunun üzerine, Hz. Peygamber (s.a.v) durumu o adama bildirdi.

Bu sebeple adam, rahatsız oldu ve "Ey Allah'ın Resulü, bana şu saatte yapılması en uygun olan işi göster,’’ dedi.

Hz. Peygamber de, ‘’ilim öğrenmekle meşgul ol,’’ dedi. O kimse de bununla meşgul oldu ve akşamdan önce canını teslim etti.

Ravi şöyle demiştir. Şayet ilimden daha faziletli bir şey olsaydı, muhakkak ki Hz. Peygamber, o vakitte o kimseye onu emrederdi.[5]

Her Müslüman’ın dinî görevlerini yerine getirecek, helâl ile haramı, hak ile batılı birbirinden ayırt edecek kadar bilgi sahibi olması farzdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v): "İlim tahsil etmek her Müslüman erkek ve kadına farzdır"[6] buyurmuştur.

Hadis, farz-ı ayn ilimden bahsetmektedir. Farz-ı ayn ilim, her müslümanın bizzat öğrenmesi ve bilmesi gereken ilimdir. Bu ilmi ona farz kılan Allahu Teâlâ ve O’nun Rasulü’dür. Akıllı olup büluğ yaşına ulaşan her müslüman bu ilimlerden sorumludur. Çünkü bu durumdaki bir insan, iman ve ibadetle yükümlüdür. Helâl ve harama dikkat etmesi gerekmektedir. Görevli melekler tarafından amelleri yazılmaya başlanmıştır. Amele yükümlü olan bir kimseye ilk gereken iş, yapacağı işin ilmini öğrenmektir.

Temel kaide şudur: Yapılması farz olan bir şeyin ilmini bilmek de farzdır. Bu şeyleri temelde üç ana gruba ayırabiliriz:

   * İnanılması şart olan esaslar.
   * Yapılması icap eden farzlar.
   * Terk edilmesi gereken haramlar.[7]

Bunlarla birlikte vacip, sünnet, mendub, müstehab, mübah, mekruh ve müfsid olan ameller mevcuttur ki, onların bilinmesi farzlardan sonra gelir.

Ebû Derdâ (r.a.) şöyle buyurmuş: ‘’İlim öğreniniz! Çünkü âlimle talebe ecir de denktir. Bu ikisi dışındaki insanlarda pek hayır yoktur. ‘‘[8]

Menkıbe

İlim Meclislerine Katılmak

Fakih Ebü'l-Leys Semerkandî (r.ah) demiştir ki: Senedleriyle bize ulaştığına göre, Muhammed b. Şîrîn (r.ah) şöyle anlatmıştır:

Basra mescidine gitmiştim. Mesciddekiler Esved b. Serî'in (v. 161) etrafında toplanmış, o da onlara vaaz-ü nasihat ediyordu. Bir diğer köşede ise bir grup fakih, aralarında fıkıh müzakeresi yapıyordu. Bu sırada ben bu sohbet halkasının arasında bir yerde iki rekât namaz kıldım. Namazı bitirdikten sonra kendi kendime, "Eğer Esved'in halkasına gidersem, umulur ki bana da onlara inen rahmet ve icabet (duaların kabul olması) iner" dedim. Sonra yine kendi kendime, "Eğer fıkıh ilminin yapıldığı halkaya katılırsam, belki bugüne kadar işitmediğim ilmî bir mevzuyu işitir ve onunla amel ederim" dedim. Böyle tereddüt içinde kaldım ve neticede hiç birine katılamadan kalktım, mescidden çıktım.

Gece olup yattığımda biri bana geldi ve "Şayet sen o fıkıh ilminin müzakeresinin yapıldığı halkaya katılacak olsaydın, elbette Cebrail'in (a.s) onlarla beraber oturuyor olduğunu görecektin" dedi. [9]

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurur:

“En güzel hediye; hikmetli bir sözü iyice anlayıp, din kardeşine anlatmaktır. Bu, aynı zamanda bir senelik ibadete karşılıktır.”[10]

Ata bin Ebi Rebah'a soruldu;

“Zikir meclisi nedir?” cevaben buyurdu ki:

“Namaz nasıl kılınır? Oruç nasıl tutulur? İslâmi alışveriş nasıl olur? Abdest ve gusül nasıl alınır? Neler helâl, neler haramdır? Bu gibi meselelerin konuşulduğu her meclis, zikir meclisidir.”[11]

İmamı Gazâlî (rah.) Hazretleri şöyle der;

“İki şey vardır. Bütün âlimler, muallim ve hakîmler bu iki şeyi tarif etmek için eserler vermiştir. Tüm semâvî kitaplar onları öğretmek için indirilmiş, bütün peygamberler onları tebliğ ve tatbik için gönderilmiştir. Hatta bütün kâinat o iki şey için yaratılmıştır.  İşte bu iki cevher, ilim ve ibâdettir.

Ey Hak yolcusu! Sana emredilen şeyleri yapman ve yasaklardan sakınabilmen için ilim gerekir. Yoksa ne olduğunu, ne için ve ne şekilde yapıldığını bilmediğin ibadetleri nasıl yerine getireceksin?

Günah olduğunu bilmediğin şeylerden nasıl sakınacaksın? Eğer gereken ilmi elde etmezsen, çoğu kez, senelerce namazlarını bozmuş bir halde ibadet edersin de, haberin bile olmaz. İman ve ibadet konularında bir mesele ile karşılaşırsın: hem bu meseleyi halledecek bir kimse aramazsın hem de şüphe içinde günler geçirirsin.’’

Burada sırf ilim ve ibadetle meşgul olmak sözü yanlış anlaşılmamalı. Bu hiçbir dünya işine bakmadan bir kenara çekilip devamlı ilim ve ibadetle meşgul olmak ve bu halde ölümü beklemek demek değildir.

Bundan maksat, Allah rızasını hedefe alıp, uyku ve eğlence dâhil her işi, ilmin öğrettiği inceliğe göre yaparak, ibadete çevirmektir. Bunun için her müminin, kendisine gerekli olan ilmi öğrendikten sonra, ölene kadar amele devam etmesi gerekir.

Seyyid Muhammed Râşid Erol (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuştur: ‘’İlim olmazsa din tahrif olur; amel olmayınca da ilim gereken faydayı vermez. Önemli olan, ilim ve ameli beraber yürütmektir.’’[12]

İlim, yüce Allah’ın nurudur, Peygamberimiz’in (s.a.v) mirasıdır; Efendimiz (s.a.v) ümmetine atın gümüş, bağ bahçe değil ilim bırakmıştır. Çünkü ilim Allahu Teâlâ’nın en büyük emanetidir. Bütün Allah dostlarının hedefi ilim sermayesini korumaktır; bunun için seferber olmak gerekir.

Rasülullah s.a.v. şöyle buyurur:

“Ya âlim ol, ya ilim öğrenen ol, ya dinleyen ol, ya da ilme sevgi besleyen ol! Beşincisi, yani ilimden hoşlanmayanlardan olma, yoksa helak olursun!”[13]

Kâinat bu ilmin bulunması ve korunması için ayakta tutulmaktadır. İlim ehli Allah’u Teâlâ’nın sevgilisidir. Peygamberimizin ifade ettiğine göre Cenâb-ı Hak, ilim peşinde olan herkesi meleklerine ve bütün âleme sevdirmekte, bu sevginin sonucu denizdeki balığa, yuvasındaki karıncaya kadar bütün varlıklar onlar için istiğfar etmektedir.

Menkıbe

Bu Beldede İlim Ölmüştür

Rivayet edildiğine göre Süfyan es-Sevrî Askalan şehrine gelir, orada üç gün ikâmet ettiği halde, kendisine hiç kimse gelip de ilmî bir mesele hakkında soru sormaz. İmam buna çok üzülür ve şöyle der:

‘’Bana ücreti karşılığında binek verin de bu beldeden hemen gideyim. Çünkü bu beldede ilim ölmüş.’’[14]

Süfyan es-Sevrî bu hareketiyle ilim öğretmenin ne denli büyük bir önem taşıdığını ve ilmin devam etmesinin bu vazifenin yapılmasına bağlı olduğunu ifade etmek istemiş ve kendisinin de bu vazifeye ne denli bağlı olduğunu bu şekilde göstermiştir.

İkinci bin yılın müceddidi İmam Rabbânî (k.s.) teşhisini şöyle koyuyor: “Dinimiz, dünya ve ahiretin bütün mutluluğunu garanti etmiştir. Ancak, bunun gerçekleşmesi için sahih bir imandan sonra herkese şu üç temel vazife düşmektedir:

   * İlim,
   * Amel,
   * İhlâs.

Bu üç şey tam olarak elde edilmeden dinin hakikati anlaşılamaz ve kul vaat edilen ilâhî lütuflara ulaşamaz. Sûfilerin özel olarak üzerinde durduğu tasavvuf ve hakikat ilimleri, dinin hizmetçisidir ve bütün seyru sülûk, üçüncü mertebe olan “ihlâs”ın elde edilmesi için yapılmaktadır. İhlâs da “rızâ” makamı için gereklidir. Bunların dışındaki bütün manevi haller, cezbe ve benzeri şeyler asıl maksat olmayıp, ihlâs ve rızâ makamının tahakkuku için bir başlangıç ve hazırlıktır.”[15]

“Kulu Allah Teâlâ’ya yaklaştıran ameller iki çeşittir:
  
 - Farzlar,
 - Nâfileler.

Cahilden Dost Olmaz

Büyük veli es-Sülemî (K.S.), Allah’a dost olmak isteyenlere sesleniyor: “Allah Teâlâ’nın hükümlerini, Hz. Rasûlullah’ın (A.S.) emir ve edeblerini bilmeyenler, velî ve sûfî olamaz. Zahiri hükümleri iyi bilmeyen kimse, batınî hallerini güzelleştiremez. Halleri ilme ters düşen birisine, sûfî ismi verilemez.”[16]

Seyyid Abdülhakim Bilvanis-i (k.s) hazretleri de: ‘’Sofi dininin ayakta kalmasını istiyorsa Akaid ve fıkıh kitaplarını elinden düşürmesin. Akaid ve fıkhı zayıf olan sofinin tasavvufi yaşantısı boşa gider.‘’ buyurmaktadır.

Yani bu tasavvuf yolundan gereği gibi istifade edemez. Seyr-i süluk yolunda ilerleyemez. Manevi güzelliklerden mahrum kalır ve hedefine ulaşamaz. Şeytan cehaletten kaynaklanan karanlıktan istifade ederek cahil kimseleri yolundan saptırır.

Menkıbe

Gavs-ı Sani Hz.lerinden naklen, S.Muhammed Saki Hz.leri anlatır.

Abdülkadir Geylani (k.s.), bir gün mihrapta oturmuş zikir ve murakabe ile meşgulken gaipten bir ses geliyor:

“Ey Abdülkadir kulum! Ben senden bütün amelî yükümlülükleri kaldırdım...”

Abdülkadir Geylani (k.s.) bu sözü duyar duymaz sesin geldiği yöne elindeki tesbihi kurşun gibi fırlatarak, “defol lanetli şeytan!” diye haykırıyor.

Foyası ortaya çıkan şeytan, “ben bu şekilde nice abidleri, nice zahidleri yoldan çıkardım. Ama sen bir an olsun tereddüt edip tuzağa düşmedin. Nasıl anladın beni?” diye soruyor.

Abdülkadir Geylani (k.s.), hepimizin ibret alması gereken şu sözlerle cevap veriyor şeytana: “İki şeyle tanıdım seni. Birincisi akaid ilmi. Bu ilimle biliyorum ki, Allah bir yönden hitap etmez; O her yerdedir. Oysa senin sesin bir yönden geldi. İkincisi fıkıh ilmidir. Buna göre de, peygamberler dâhil hiç kimseden amel mecburiyeti kaldırılmamıştır...”

Hz. Rasûlullah Efendimiz’den (s.a.v) ümmetine kalan bir tek miras var; o da zahiri ve batınıyla din ilmi. Birazcık aklı ve imanı olan kimsenin bu mirastan azıcık payı bulunmalıdır. Kalbinde iman, hâlinde edeb ilmi bulunmayan kimse henüz insanlık makamına adım atmamıştır. Çünkü insan ancak iman ve edeble hayvanlardan ayrılır. Onlar yoksa insanı insan yapan ne kalır?

İbn Mesud (r.a.) şöyle buyurmuş: "Sizler şimdi öyle bir zamanda bulunuyorsunuz ki, bu zamanda amel etmek ilimden daha hayırlıdır. Fakat öyle bir zaman gelecek ki ilim öğrenmek amel etmekten daha hayırlı olacaktır" demiştir.[17]

Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

‘’İlim meclisinde bulunmak bin rekât nafile namaz kılmaktan, bin cenazeye katılmaktan ve bin hastayı ziyaret etmekten daha faziletlidir.‘’

Allah Resülü (s.a.v)’e, ‘’Kur’an okumaktan da daha faziletli midir?’’ Diye soruldu.

Resulullah (s.a.v): ‘’Kur’an, okumak ancak ilimle fayda verir.‘’ Diye buyurdu.[18]   

Menkıbe

Boş Vakitler Neyle Değerlendireyim

Bir adam Abdullah bin Mübarek'e:

“Ya İmam! Günümün boş saatlerini neyle değerlendireyim. Kur'an'la mı, ilim öğrenmekle mi?” diye sormuştu. İbn-i Mübarek ona:

“Sen namaz kılacak kadar Kuran okuyabiliyor musun?” Diye sordu.

“Evet,” cevabını verince, şu tavsiyeyi yaptı:

“Öyleyse, Kur'an'ı daha iyi anlamak için boş kalan saatlerini, ilim öğrenmeye ayır.”

Cehalet öyle büyük bir karanlık ki Hz. Ali r.a. ‘Bana bir harf öğretenin kölesi olurum’ diyor. Yani köleliği cehalete tercih ediyor. Kölelikten daha alçaltan bir hayata mahkûm olmak, akıllı ve şahsiyetli bir mümine yakışır mı?

Beyazid-i Bistami (k.s) şöyle buyurmuş: “Hakikat odur ki, insan tabiatı ilimden çok cehalete meyleder. Zorluk çekmeden cehaletle çok iş yapmak mümkündür. Ama sıkıntı çekmeden ilme (ve şer’i bilgilere) göre bir tek adım atmak dahi mümkün değildir.“[19]    

Başka bir sözümde ise Bayezid Bistami (k.s.) ‘’Mücahede içinde otuz sene çalıştım. Benim için ilimden ve ilme tabi olmaktan daha çetin olan bir şey görmedim.’’[20]

İlim Öğrenmenin Fazileti

Tabi ki de bu çile ve zahmetlerin mükâfatı ve fazileti çok fazladır. Nitekim hadisi şeriflerde şöyle varid olmuştur:

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur:

“Kim ilimden dünyasını ve ahiretini aydınlatacak bir bölüm öğrenirse, Allah ona dünyada kabul görmüş, tutulan yedi bin sene orucun sevabından ve ibadetle geçirilmiş gecelerin sevabından daha çok hayırlar ihsan eder.”[21]

‘’Her kim insanlara öğretmek gayesiyle ilimden bir bab (konu) dahi öğrenirse, o kimseye yetmiş sıddıkın sevabı gibi sevap verilir.’’[22]

"Kim ilim talep ederse, bu işi, geçmişteki günahlarına kefaret olur"[23]

Ebu’d-Derda şöyle buyurmuş: Herhangi bir kimse mescide, bir hayrı öğrenmek veya öğretmek için giderse, ona bir mücahidin ecri yazılır. O mescidden evine ancak ganimet sahibi olarak döner. [24]

Hz. Abdullah bin Amr (r.a.) anlatıyor:

"Rasulullah(s.a.v), bir gün odalarının birisinden çıkıp mescide girdi. Bu esnada iki halka (şeklinde oturmuş iki grup) ile karşılaştı.

Bunlardan bir halka Kur'an okuyor ve Allah'a dua ediyordu.

Diğer halka da ilim öğreniyor ve öğretiyorlardı. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v):

"(Bunların) hepsi hayır üzeredirler. Şunlar Kur'an okuyorlar ve Allah'a dua ediyorlar. Eğer Allah dilerse onlara (isteklerini) verir ve dilerse vermez. (Diğer cemaate işaretle) bunlar da (ilim) öğreniyorlar ve öğretiyorlar. Ben de ancak muallim/öğretici olarak gönderildim." buyurdu ve hemen bunların yanına oturdular."[25]

İlim Âlimle Ayakta Kalır

Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
       
‘’Allah, ilmi kullarından çekip çıkartarak değil, alimleri almak suretiyle alacaktır. Nihayet alim kalmayınca, halk bir takım cahil alimleri (gerçekte cahil, görünürde alim kişileri) kendilerine lider edinir. Bunlara bir takım sorular sorulur, onlar da ilimleri olmadığı halde fetva verirler. Böylece hem kendileri sapkınlığa düşerler hem de halkı düşürürler.”[26]

            İslâm dini doğruyu yanlışı anlamada ilme büyük önem vermiş, ilim öğrenmeyi ve öğretmeyi daima teşvik etmiştir. İlim ehli insanlar da saygıyla karşılanmıştır.
           
Bir keresinde Allah Rasulü s.a.v. “İlim kaldırılmadan ilmi alın.” buyurdu. Bir bedevî, nasıl kaldırılır, diye sordu. Bunun üzerine Allah Rasulü s.a.v. şöyle buyurdu: “Bilmez misin ilmi taşıyanın gidişi, ilmin gidişidir.”[27]

            Abdurrahman es-Sulemî (k.s.) şöyle buyurmuştur: ‘’Biz, öyle kimselere yetiştik ki, onlar Kur’ân ayetlerini onar onar öğreniyorlardı. Öğrendikleri bir on ayetin ihtiva ettiği bilgilerle amel etmedikçe, bunları hayatlarında uygulamadıkça; diğer on ayete geçmezlerdi.’’
           
İslâm âlimlerinin din-i mübinimiz İslâm’a hizmeti büyüktür. Biz kulluğumuzu, ibadet ve taatlerimizi gönül rahatlığıyla yerine getirebiliyorsak, şüphesiz bu ilim ehlinin gayretleriyle olmuştur. Onlar doğru yolu belirlemişler, karışıklığı, fitne ve fesadı önlemişlerdir.
           
Her şeyden önce geçmiş nesillere, hele de o nesillerin büyüklerine karşı edepli olmak, İslâm ahlâkının son derece önemli bir prensibidir.
           
Yahya bin Muaz (k.s.) ‘’Gerçek âlimler; insanlara, ana-babalarından daha hayırlıdırlar. Zira anne ve baba, çoğu zaman çocuklarını yalnız dünya tehlikelerinden korurlar. Dünyevî geleceklerini hazırlarlar. Âlimler ise, insanları âhiret azabından korurlar, uhrevî istikballerini hazırlarlar.’’[28]

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur:

"Anne babanın yüzüne bakmak ibadettir. Kâbe’ye bakmak ibadettir. Mushafa (Kur'ân-ı Kerîm) bakmak ibadettir. Âlimin yüzüne bakmak ibadettir.’’[29]

            Bize düşen, Allah Rasulü s.a.v.’in vârisi olan âlimlerimizin gayretlerini heba etmemektir. Onların şahsiyeti ve eserleri üzerinde şüphe uyandırma çabalarını bertaraf etmektir. İlmî mirasımızı yıpratma çabası içinde olanlara karşı doğru bilgi ile donanmış olma gerekliliği açıktır. O ilimleri devam ettirmek, yenilemek, ihya etmek lazımdır.

Şöyle baştan bir hatırlayacak olursak, Cenab-ı Mevlâ, Rasulü s.a.v.’in elçiliği ile İslâm’ı göndermiş ve doğru anlaşılıp yaşanmasını O’nunla sağlamıştır. Her biri nübüvvet nuruyla terbiye olmuş sahabiler de dosdoğru yolu Rasul-i Ekrem Efendimizden öğrenmişler, onlar da sonraki nesillere aktarmışlardır.

            Şeyhülislam Abdülkadir Sühreverdî rh.a. şöyle der: “Allah Teâlâ, Rasulü ile gönderdiği şeyleri kabul etmeye en saf kalpleri, en temiz nefsleri hazırladı. Kalplerdeki saflık, nefslerdeki temizliğin farklılığı, İslâmî ilimlerle birleşip ortaya çıktı. Herkes kendi kalp ve kabiliyetine göre o ilimden istifade etti.”

 Âlimlerin çabaları kadar, tasavvuf büyüklerimizin gayretlerinin de hak yolun korunması ve müminlerin dünyalarının heba olup gitmemesi bakımından eşsiz kıymeti vardır. Zahir ve bâtın ulemanın bir arada, gerektiğinde birbirini dengeleyen bu etkinliği sayesinde hak ile bâtıl birbirinden ayrılmştır.

            Şihabuddin Sühreverdî k.s. Avârifü’l-Mearif adlı eserinde, korumakla mükellef olduğumuz bu mirasın nasıl meydana getirildiğini şöyle anlatır: “Dinimiz asırlar boyu, ilim ehli insanların gayretleriyle safiyetini kaybetmeden bugünlere ulaştı. Tefsir âlimleri, hadis imamları ve fakihler, Kur’an ve Sünnet’ten birçok ilim elde ettiler. Onlardan hükümler çıkarttılar. Yeni durumları, Kur’an ve hadisin delilleri ışığında değerlendirip hükme bağladılar. Böylece, Allah Teâlâ âlimler vasıtasıyla dinini himaye etti.

            Tefsir âlimleri tefsir şekillerini,
            Hadis imamları hadisleri derlediler.

            Fakihler ise asıl kaynaklardan hükümler çıkardılar.           

Rasülullah s.a.v. şöyle buyurur:

“İnsanlar içinde peygamberlik derecesine en yakın olanları âlimler ve cihad edenlerdir.”[30]

Çünkü âlimler, insanlara peygamberlerin getirdikleri yolu gösterir ve ona davet ederler. Cihad edenler de, peygamberlerin getirdikleri din uğruna kılıçları ile savaşırlar. Onların faziletleri bu özelliklerinden kaynaklanır.

Ebu Alâ Sakafî rh.a. şöyle de der: “İlim, bilgisizliğe karşı kalp için hayat ve karanlığa karşı gözün ışığıdır.” Yani bilgisizlik ölümüne karşı kalbe hayat veren şey ilimdir. Küfür karanlığına karşı yakîn gözünün nuru da ilimdir. Dinin hükümleri noktasında bilgi sahibi olmayan kişinin kalbi bilgisizlik yüzünden ölmüştür. Gaflet içindedir. Çünkü böyle bir kalp, Cenab-ı Mevlâ hakkında cehalet içindedir. Allah’ın emirleri konusunda cehalet içindedir.

 O halde zamanın yıpratıcı unsurlarına karşı ilim hazinemizi korumalı, elimizdeki mirasın kıymetini bilmeliyiz. Bu şuura sahip nesiller yetiştirmeliyiz. Bu yolda adımlar atmalı ve atılan her bir adımın hayır olarak bize döneceğini de bilmeliyiz.

S. Muhammed Raşid (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuştur ‘’Ey Allah’ın kulları! Bir talebe yetiştirmek, bin kişiyi sofi yapmaktan efdaldir. Hele o talebe vârisü’l enbiya olursa! Siz dininizi beldenizde bulunan en büyük, en müttâki âlimlerden öğreniniz. İlimle meşgul olan kişi ise dünyada en güzel iş ile meşgul oluyor demektir. Cahilin abidi de sofisi de hüsrandadır.‘’

Kısacası; Cahil sofi cin ve insan şeytanlarının maskarası olur, kar edeyim derken zarar eder, kaş yapayım derken göz çıkarır, nefsini ve dinini başkalarına ısındırayım derken kaçırır. Şâirin dediği gibi:
‘’ Cahil insan gül olsa da koklama‘’





[1] Alak suresi ayet-1-5
[2] Tâha/114
[3] Tirmizî, İbnu Mâce
[4] Şirbînî
[5] Fahreddin Er-Razi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, II,298
[6] İbn Mace, Mukaddime,17;El Aclûni, Keşfû'l Hafa,II,43,Had. No:1665; İmam-ı Serahsi, El-Mebsut, I,2
[7] Gazâli, İhyâ, I, 25
[8] Allah Dostlarından Yaşayan Sözler, Muzaffer Taşyürek
[9] Ebû Leys Semerkandî, Tenbihü’l Gafilin
[10] Benzeri için bk. Aclunî, Keşfü’l-Hafa, 2, 161, (Nr: 2180).
[11] Ebu Nuaym el-İsfehani- Hilyetü’l-Evliya, İbnü’l-Cevzi-Sıfatu’s-Safve
[12] Allah Dostlarından Yaşayan Sözler, Muzaffer Taşyürek
[13] el-Bezzar, el-Müsned, 9/94; et-Taberani, el-Mu’cemu’s-Sağir, 786; ed-Darimi, es-Sünen, 248; İbnu Ebi Şeybe, 5/284; el-Beyhaki, Şu’abu’l-0
     İman, 2/256; Buhari, et-Tarihu’l-Kebir, 4/99; Ebu Nu’aym, el-Hilye, 7/237.
[14] Gazâlî, İhyâü Ulumi’d-Din, 1/24
[15] İmam Rabbânî, Mektûbât, I, 36
[16] Sülemî, Menâhicü’l-Ârifin, 11
[17] Ebû Leys Semerkandî, Tenbihül Gafilin
[18] Bkz: İbnu Arak, Tenzihü’ş-Şeria, l, 253-54; Suyuti, el-Leali’l-Mesnua, l, 199-200
[19] Hücviri, Keşfu’l-Mahcub,205
[20] Allah Dostlarından Yaşayan Sözler, Muzaffer Taşyürek
[21] Yakın manadaki hadisler için bkz: Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, No:118; Ali el-Müttakî, el-Hindî, kenzu’l-Ummâl, No: 28852; Hatib el-Bağdadî,
     Tarihu Bağdat, 6/50; Zebîdî, İthafu’s-Sadeti’l-Müttakîn, 1/160:
[22] Zebidî, İthâfü’s-Sâdeti’l-Müttâkîn, 1/106; Münzirî, et-Tergîb ve’t Tergib, 1/98; Irâkî, el-Muğni an Hamli’l-Esfâr, 1/11; Hatib el-Bağdâdî, Târihu  
     Bağdat, 6/50.
[23]Tirmizi, İlim, 2,(2650).
[24] İbn Abdilber, Camiu’l-Beyan, I/32; Abdurrahman b. Mes’ud el-Fezari’den
[25] İbn Mace,Mukaddime,17,Hadis no:229
[26] Buharî, Müslim ve İbn Mâce
[27] Umdetü’l-Kârî
[28] Allah Dostlarından Yaşayan Sözler, Muzaffer Taşyürek
[29] Deylemî, Müsnedü 'l-Firdevs, nr. 6867; Sehâvî, el-Makâsıdü'l-Hasene, s. 446.
[30] Hafız Iraki, Tahricu Ahadisi’l-ihya’da şöyle der: Bu hadisi Ebü Nuaym rivayet etmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kalp Gözü Açmak İsteyenlere tavsiyeler - kalp gözünü açmak için dua ve zikirler

Aşağıdaki verilen tavsiyeler çok ağır olmakla birlikte süreyi kısaltmaya yöneliktir. Esma zikri yapanlar muhakkak Esmaül hüsnayı tamamen okumakla hergün dengeleme yapmaldır. Pek çok bereket ve feyz'e menba olan şu ayetler ayrıca kalb gözünü açmada tesirlidir. Necm Suresi Ayet 58 i  gunde 1153 defa okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Rahman diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basit diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basir diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Nur diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Habir diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 13.000 defa Ya Semi'u diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 2207 defa Kaf suresi Ayet 22 i  okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Allamul Guyub diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Ya Batin diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Hayyu Ya kayyum diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 Defa Besmele okuyanin kalp gozu acilir.

Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notları

HERŞEY RABITALIDIR Bu alemde mevcut olan bütün eşya her gün  razbıta  yapar. Mesela : Su,ateş,toprak ve eşcar gibi cümle mevcudat  rabıta  ile nurunu güneşten alır. Dünya güneşe rabıta yapar,güneş de Arş-ı A’la’ya . Arş-ı A’la da nurunu Cenab-ı Hakk’tan alır .  Eger dünya rabıta yapmamış olsa, içindekiler yaşayamaz.Çünkü nur olmayınca nebatat yetişmez ve agaçlar meyvedar olmaz .Ay ve semadaki diger yıldızlar dahi güneşe rabıta yaparak nuru ondan alırlar. Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.) Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notlarından. Bu yazıyı gönderen  Betül hoca ’ya teşekkür eder, sizlerinde dualarını bekleriz. . SİGORTA MESELESİ SİGORTA MESELESİ Bilcümle  menkul  ve  gayrimenkul  emvalin sigortası caizdir.Lakin hayat sigortası Hazreti Mevla’ya karşı yakışıksızlıktır.Hayatı sigorta etmek: ‘’  Ya Rabbi !  Ben senin verdigin bu hayatı satıyorum  ’’ manasına gelir. Süleyman Hilmi Tunahan ( k.s.) Ödemişli Merhum Ziya Sunguroglu’nun notlarından. ALİ İLİMLERİ SÜFLİYATA ALET ETMEK İmam-ı

kalp gözü nasil acilir

Aşağıdaki verilen tavsiyeler çok ağır olmakla birlikte süreyi kısaltmaya yöneliktir. Esma zikri yapanlar muhakkak Esmaül hüsnayı tamamen okumakla hergün dengeleme yapmaldır. Pek çok bereket ve feyz'e menba olan şu ayetler ayrıca kalb gözünü açmada tesirlidir. Necm Suresi Ayet 58 i  gunde 1153 defa okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Rahman diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basit diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Basir diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Nur diyenin kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Defa Ya Habir diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 13.000 defa Ya Semi'u diyenin kulagi Ruhanilerin sesini duyar. Gunde 2207 defa Kaf suresi Ayet 22 i  okuyanin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 Subbuhun Kuddusun vel melaiketu ver ruh diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Allamul Guyub diyenin Kalp gozu acilir. Gunde 13.000 Ya Batin diyenin kalp gozu acilir. Gunde 7.000 defa Ya Hayyu Ya kayyum diy